OTOMOTİV VE YÖNETİM ÜZERİNE 2 KELAM

İstanbul Automechanika Otomotiv Parça 2017 Fuarında; sektör derneğimiz Otomotiv Satış Sonrası Ürün ve Hizmetleri Derneği OSS’ nin ilk gün forum niteliğinde gerçekleştirilen ve sektör sorunlarının konuşulduğu oturumunda dernek başkanı Sn. Mesut Urgancılar konuşmam için bana sözü verdi. Ben de çalışmakta olduğum 200 yıllık bir geçmişe sahip Alman aile şirketinin iş yapış şeklini, Türkiye’deki şirketlerle farkını ve Avrupa’dan neden geri olduğumuzu profesyonel bir yönetici gözüyle kısaca anlatmaya çalıştım. Orada vakit darlığından dolayı anlatamadığım görüşlerimi sizinle aşağıda paylaşma ihtiyacı hissettim.

Bence Avrupalı şirketlerin uzun ömürlü olması ve Türk şirketlerine göre daha başarılı olmasının temel sebebi, üst yönetim katında iş yapma anlayışının birbirinden farklı olmasıdır.

Otomotiv sektöründe her anlamda Avrupalı ülkelere göre geride olmamızın pek çok nedeni sayılabilir elbette. Ben burada hepsine yer vermek istemiyorum ama daha çok üst yönetimdeki insan davranışı ve şirketlerin kurumsallaşma kültürüne değinmek istiyorum.

Hemen hemen hepimiz her gün her müsait ortamda eğitimin şart olduğunu eğitimsiz bir iş yapılamayacağını söyler dururuz. Özellikle yetişmiş eleman bulma zorluğundan ve kalifiye insan gücü yokluğundan yakınırız.

Bu elbette yanlış bir durum değil ama çözümden çok tespit niteliğinde sonucun paylaşılmasıdır. İşte tam da bu noktada olaya başka bir açıdan bakıp; sorunun köküne indiğimizde; kişi acaba o eğitimi ne kadar önemsiyor? Sorusunu sormak isterim…

Eğitimi önemseyen kişileri bir kenara koyup diğer kesimi ele alacak olursak; Kişinin “Eğitim’i kendisi için gerekli görmemesinin veya gerekli önemi vermemesinin temel nedeninin çalıştığı kurumda üst yönetimin (patron veya genel müdür) eğitim için güdülenecek bir ortamı yaratmamasından kaynaklandığını düşünüyorum.

Diğer bir deyişle siz çalışanınıza hayatı daha fazla ve daha kaliteli yaşaması için gerekli zamanı tanımazsanız, o kişinin o hayatı elinde tutması için kendini eğitim için zorlamasına, ilerleme kaydetmesine olanak vermemiş olursunuz.

Kişinin daha fazla zamanı olacak ki kendine vakit ayırabilsin kendini eğitebilsin, bunu talep etsin, gelişme iştahı olsun, kendini geliştirebilsin ki iş yerinde tam ve verimli çalışabilsin. Çalışanı haftalık ve yıllık çalışan piller gibi düşünürsek kişi dinlenerek iyice güç depolamazsa hafta içi mesai saatinde ondan verim almanız pek mümkün olmaz.

Diğer yandan üst yönetim tarafına bakacak olursak;

Saygı duymak ile itaat etmek çoğu zaman anlam olarak ülkemizde birbiri ile karıştırılsa da aslında birbirinden oldukça farklı iki terimdir. Gelin bu iki kelimenin yani “saygı” ve “itaat” in iş dünyasındaki ele alınış ve etkilerini hep beraber bir göz atalım.

Modern ve gelişmiş ülkelerde insanlara ve diğer tüm canlılara saygı duyması gerektiği insana küçük yaşlarda öğretilirken, az gelişmiş veya gelişmekte olan toplumlarda insanlara küçük yaşlarda itaat etmesi öğretilir. Ve maalesef bu itaat etme inancı veya atmosferi diyelim kişide öz güveni zayıflatır. Kendini, fikrini ve akıl muhasebesini yapıp kendini doğru ifade etmeyi geri planda bırakır.

Sonucunda özgüveni zayıflayan kişi İtaat etmesi gereken bir gücü de bir şekilde kendine buluverir. Bir nevi her şeyin hâkimi ve/veya karar veren otorite merci bulunur. Bu ya ailedeki babadır, ya iş yerindeki müdürdür, ya patrondur, ya kolluk kuvvetleridir (polis veya asker), ya ibadethanedeki hocadır ya da devleti yöneten politikacılardır.

Bu itaat etme işini kişi zamanla öyle benimser ki yazılı hukuku ve toplum kurallarını da gerekirse çiğnemekten kaçınmaz, itaat edilen kişiyi hukukun üstünde tutar. Özgüveni zayıflayan ve itaat edilen gücün etkisinde kalan kişi özgür düşünemediği için olayları, kuralları ve insan davranışlarını sorgulamaz, itaat ettiği gücün aklını kendi aklının önüne koyar. Bu da gelişmesi gerektiği bilincini kişide oluşturmaz ve kişinin kendini geliştirmesini kökünden olumsuz etkiler. Üst amirin talimatları uygulamakta elbette sorun yok, ama sorun verilen talimatı sorgulamadan körü körüne yapma eğilimi oluştuğunda başlıyor.

Bu iki kavram saygı duymak ile itaat etmek arasındaki fark iş dünyasında sonuçlar anlamında kendini daha belirgin bir şekilde göstermektedir. Bu nedenle bazı ülkeler refah mutlu ve zengin yaşarken diğerleri bu güzel değerlerden yoksun yaşarlar. Sonra bunu maalesef kaderle ifade etme kolaylığına kaçarlar.

Türkiye’deki küçük ve orta ölçekli şirketlerin pek çoğunda Patron veya Genel Müdür, maalesef kendini tüm gücün mutlak hâkimi olarak görüp yetki ve gücün kendinde toplanmasını ister. Bu gücü alt çalışanlarına devredip yetki çerçevesine saygı duymayı pek tercih etmez. Çünkü kendini kuralların ve diğer tüm çalışanlardan daha değerli görür. Bu durum farkında olunmasa bile kendisine itaat edilen (hatta korkulan) organizasyon oluşmasına sebep olur.

Oysa Avrupalı şirketlerde bu durum farklıdır. Patron ve genel müdürler şirket kurallarına, o kuralların çizdiği yetki ve sorumluluğa saygı duyarlar. Bu durum çalışanı başarının bir parçası gibi görmesini sağladığı gibi üst yönetim için kendisine saygı duyulan organizasyon oluşmasına yardımcı olur. Nitekim insani olarak Avrupalı şirketlerde en üstteki çalışan ile en alttaki çalışan aynı değerdedir. Sadece gelirleri aldıkları sorumluluklarına göre değişir. Bu da niteliksel hiyerarşi içinde normaldir.

Peki, bu durumu nasıl düzeltiriz? Neyi düzeltmekle işe başlamalıyız?

Elbette böyle davranmayanları kast etmiyorum ama bence bazı patron ve genel müdürlerin aynayı kendilerine çevirip muhakeme ve öz eleştiri yapması gerekir.

Ve iş yaparken şunları düşünmeleri gerekir.

–             Verimli çalışılan 45 saat, verimsiz çalışılan 60 saatten yeğdir. Pili doldurmazsanız (tatil ve serbest zaman ile) pili çalıştıramazsınız.

–             Yeterli serbest zamanı tanımadığınız çalışanınızı iş konusunda zorlamanız pek fayda etmeyecektir, çünkü insan kapasitesi bellidir. Bu kapasiteyi en verimli şekilde kullanmak sizin sorumluluğunuzdadır.

–             Yönetici istihdam ederken “ben iki diplomaya o parayı vermem” anlayışından sıyrılmalısınız. Size kazandıracaklarına göre değerlendirme yapmalısınız. Ona iyi bir hayat sunmazsanız onu elde tutmanız mümkün olmayacaktır.

–             Çalışanlarınıza güvenip yetki ve iş devredebilmelisiniz. Ve o yetkiyi devrettikten sonra ona o işi yaparken karışmamalı saygı duymalısınız. Yoksa egonuzun esiri olursunuz.

–             Size itaat edip korkan organizasyonlar değil (ki o zaman pek çok yanlış giden işten haberiniz dahi olmaz); Size saygı duyup sizinle beraber başaracak ve ekip ruhuyla hareket edecek organizasyonlar oluşturmalısınız.

–             Yeterince dinlenmeyen hayatı daha fazla yaşamak için yeterli vakti olmayan bir çalışanı o hayatı sürdürmesi için bir şeyler yapması gerektiğine, kendini eğitmesi ve geliştirmesi gerektiğine ikna edemezsiniz.

–             SGK ve sosyal haklar konusunda çalışana kanunen hak ettiğini vermemek sizi çalışılmak istenen şirket olmaktan çıkarır. Ve iyi adamlar hep bu haklara ve insana saygı duyulan diğer yerleri tercih eder.

–             İdeal bir şirkette insanın değeri aldığı maaşa ve/veya cebindeki paraya göre değişmemeli. Ama geliri aldığı sorumluluğa, sahip olduğu tecrübe ve yetkiye göre değişmeli. tüm çalışanlar insan anlamında eşit değerde olmalı. Yani yönetici çalışandan daha değerli değildir. Sadece sorumlulukları dolayısıyla geliri farklıdır.

–             Çalışanınızı sadece dürüst olmayan davranış yaptığında değil, beklenen performansı göstermediğinde, verimsiz ve tembel olduğunda da işten çıkarabilmelisiniz. Ki iyi ile kötü ayrışabilsin, iyiler kazanıp yol kat etsin.

–             Patron ve üst yönetici olarak ortak akıl mantığıyla hareket etmelisiniz, yani sizin fikrinizden daha iyi fikir duyduğunuzda ona saygı duyup onu uygulamaktan kaçınmayın. Kimin söylediğine bakmadan hangi fikir diğerini ikna edebilirse onu uygulayın.

–             Ulaşılamaz olmayın , iletişim yollarınız daime açık ve kolay olmalı ki olan bitenden haberiniz olsun.

–             Ortada bir başarı varsa bunu tüm ekibe adayın, tek bir kişi ve/veya üst yönetime adamayın.

–             Kurumsallık, bürokrasi ve yavaşlık değildir. “Kişi ”den bağımsız sistemin işlemesidir. Kuralların olması ve bu kuralların keyfiyetten uzak olmasıdır. Siz sistemi işletmesi için doğru kişiyi seçmezseniz elbette iş bürokrasiye ve yavaşlığa döner

–             Bir üçüncü göze danışmadan büyümüş şirket pek yoktur. Dolayısıyla siz de dışardan danışman tutmaya ve onun hazırlayacağı objektif raporlara uymaya çalışın.

Unutmayın

“Bir şirketin kaderi patronunun veya genel müdürünün karakterinde saklıdır”

En içten sevgi ve saygılarımla..

 

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir